Yeşilbibere Övgü

Daha önce de yeşilbiberin modumuzu değiştirme gücünden bahsetmiştim. Nisan ayı, yaz geliyor ve biz yine başlıyoruz.

Kendimi kontrol ettiğimde bir yiyeceğe çok çok aşırı düşkünlüğüm olmadığını görüyorum. Aşırı lezzet peşinde koşmak da bir süredir bana gereksiz bir çaba ve yorgunluk gibi geliyor. Ama bunun yanında yıllardır yeşilbibere ve onun pişerken yaydığı kokuya olan zaafımı engelleyemiyorum.

Çok acı değilse biber, pişerken geniz yakmıyorsa mesela terapi gibi, kendinle sonsuz güvenle baş başa kalmak gibi, nasıl anlatabilirim ki…

Tavada ısınmış ay çiçek yağına, lütfen zeytinyağı olmasın çabuk yanıyor ve o rayiha bozuluyor, attığınız taze yeşilbiberler yaz mevsiminin tüm pozitif duygularını ciğerlerinize dolduruyor; sanki yakınlarda bir yerlerde bir deniz varmış, sanki denizden henüz dönmüşsünüz, sanki yabani otlarla kaplı bir yeşillik alanda yürüyorsunuz, sanki güneş sırtınızı yakmış ve siz bir gölgeye kaçmışsınız gibi… Tazelik, ferahlık, çocukluk neşesi, sorumsuzluk duygusu, şimdiki zamanda nelerimiz eksikse onlar işte. Epeydir neşe mesela, nasıl bir fakirlik bu… İçiniz ne zaman gerçekten kıpır kıpır, dolu dolu nefes alıp vermelerle, zihniniz bir sürü daldan dala güzel fikirler, istekler, heyecanlarla doldu. Evet bu neşe… sevgi, özlem, aşk vs. kadar bahsi geçmeyen ama yaşamın, canlılığın kaynağı. Sadece güne başlamanın bile insanı gönendirdiği (başka kelime bulamıyorum) o temel duygu. Neden hiç neşeden konuşmuyoruz ya da neşe deyince boş boş kıkır kıkır gülmek gibi şeyler anlıyoruz.

Şimdiki zaman, hormonlu kış yeşilbiberlerinin tavadaki o sası kokusuyla içimize doluyor. Bir şeyler olsun, neşe, sakinlik, doygunluk versin istiyorsunuz ama o hormonlu biberin, o vakitsizliğin ve o olmamışlığın kokusu tadınızı kaçırıyor.